26 Mart 2014 Çarşamba

Nazım Hikmet Ran - Japon Balıkçısı


JAPON BALIKÇISI
                                        Denizde bir bulutun öldürdüğü
                                        Japon balıkçısı genç bir adamdı.
                                        Dostlarından dinledim bu türküyü
                                        Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür...
Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.
Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
                           Nerdesiniz?


Kalender Yıldız - Kuklacı


ı

her aşk bir mecnun büyütmez
ve her insan kendini sever sadece
zamanı yontan mevsimler
yıllanmış hüzünler bırakırken kalbime
aynalarda arama annemdeki yüzümü
sığınıp tanrı'ya adını andıktan sonra
bir azize sattım onu taşrada
sürgün ayaklarım hallaç başımla
kırdım aşka dair öğrendiğim ne varsa
kalender bir eda ile kırdım kuklacı
kanımla suladığım gülün dalını

yorgun şehrayinlerden artakalan hüzün
mühürlü gözlerden süzülen damla
inatla söylüyorum işte tüm insanlara
bir kez olsun açmadı şakağımda gül
ant içtim yalan yere tevili yoktur
yalan tüm kahinler yalancı remil
ansızın çıkagelen sevgili yoktur

kayboldu bir bir bindiğim tahta atlar
ihtiyar çocuklar yaşardı bu şehirde kuklacı
onlar da binip gitti kaybolan atlarıma
yıkık kaşlı esmer alınlarının kırışığını
hangi duvara serip açarlar şimdi kim bilir
bu şehirde gözleri bulutsu düşleri yeşil
uğrunda ölünesi sevgililer yaşardı eskiden
onlar da sırroldular ömrüme ziyan
yaralı bir hançerdir şimdi kalbimde hicran

ölüler şehrindeyim kuklacı
kollarım örümcek gözlerim yosun
gül yağmuru bekliyorum
mezarlık kuytusu apartmanlarda
yoldan uzun düşten kısa bir gecenin ardından
ince bir bulut akıyor şehre ateşten sudan
kaçıyor bir bulut aşktan yağmurdan
bir bulut bir çıngı sis ve hamaylı
o ve gül yağmuru yok anlıyor musun

içim insan mezarlığı
en çok da ben ölmüşüm kuklacı
adım başı mezar taşım var
katillerim en sevdiğim insanlar

ıı

kuklacı oynatma parmaklarını
bahtiyar günlerimiz uzakta kaldı
herkes kendinden kaçıyor şimdi nasılsa
hatırlatma bize unutamadıklarımızı
gamlı gözlerinle ağlatıp çağırma
kalbinde yabancı ölüler taşıyan insanları
mevsimsiz hayatların sayrı yalnızlığına

yola vurma beyhude parmaksız çocukları
ki masal değil yaşadığımız kuklacı
kim inanır küllerinden doğduğuna anka’nın
ve kim gökyüzünde kaldığına kanatlarının
çölün kapısındayım ne serap ne heyula
ebabil çığlıkları duydum taş duvarlarda
kurtuluşum yok ve ziyanken ömrüm
isminin baş harfinde ölüme yattığım gün
gördüm kuklacı apansız gördüm her şeyi

bir sabun köpüğü gibi yağarken yağmur
kaybolup gider sandım içimde bir yerlerde
ama yok asılı kaldı hep en acıtan hâliyle
kuklacı uğrunda ölmeye ahdetse de mehlika
kesik bir şarap hüznü ve uzayan gölgelerle
kanına yürürken ıslak ve deli taylar
yıkılası kentlerde yenik düşer şeytana
kelebeklerden masum eflatun kirpikli kızlar

her şey gün batarken oldu
biçti kalbimi bir kırık mısra
ben gün batarken düştüm aşka
ay gün batarken anladı yalnızlığını
dağlar kimsesizliğini kadınlar…
gün batarken sus dedi bilge. sus unutursun
o zaman siyahtı saçlarım doğrudur sandım sustum
kuklacı öğrendim ki yıllar sonra kendimden
yarım kalan hiçbir şeyi unutamam ben

ııı

kuklacı son itirafımdır geç kayıtlara
şark çıbanı görmüş yüzümde
en kadim konuk olsa da hüzün
ben kimseye ağlamadım ömrümce
bana da ağlamasın canlar esefa
ne var ki dünyada insan ve eşya yalnızca

yalancıyız kuklacı mektuplar şarkılar kadar
ay düşer gölgemize günahtır akşamlarımız
en sevdiklerimizden alırız en çok acıyı
kederle sınanırken en coşkun çağımızda
utangaç katiller gibi yer ömrümüzü
sevdalısı olduğumuz kızıl şafaklar

kaç kez yola çıktım sevmek fikriyle
sakıt ve meczup bir keşiş gibi
kendimi unuttuğum o yerde
yadigar bırakıp tüm urbalarımı
mavinin mavisi sanıp ardınca yürüdüğüm
şu ölü kadın var ya kuklacı gözleri karanfil
tanırım onu çok eskilerden
yüreği mühürlü bir annedir o şimdilerde
ona bir kez olsun söyleyemedim gençliğinde
gözlerinde öldüğümü kaç kere

mahzenimde şarap ruhumda ızdıraptı
ben uzun bir lal idim o kısa bir hayal
çaldılar kuklacı düşlerimde büyüttüğüm
o hüzzam sevgiliyi ki bir sır bilirdim onu
kimselerin bilmediği ince uzun esmer bir sır
kim çaldı kuklacı garip ve selis sırrımı kim

kuklacı son kez vursun boynumu acemi cellat
söz yeniden doğmayacağım yoruldum artık
yükü kaygı olan pervaneye ne denir
topla hatıraları askıda kalsın melal
kahır yok. sitem yok. pişmanlık hiç.
suya yenik düşen bir gül olacağım söz

24 Mart 2014 Pazartesi

Hüseyin Nihal Atsız - Mutlak Seveceksin



Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu,ölsen bile açamazsın...

Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor:Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...

Kalbin benim olsun diyorum,çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök,ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...

Ram ol bana,ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin:Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla,şuurunla,hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...


Muzaffer Tayyip Uslu - Öldükten Sonra



Öldükten Sonra
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan
Muzaffer Tayyip Uslu

Yılmaz Erdoğan - Bu Yol Nereye Gider?


Bir kuğunun boynuna dokunurken… 

yol bir yere gitmez 
içerde 
düz saçlara uğrar 
ayak üstü bir akşamüstü 
her plansız ürperişin sonu 
hüsran 
ve hüsran 
çok sanat müziği bir kelimedir 

yol bir yere gitmez 
o bir durma biçimidir 
yol yoluyla gidebilir yare 
yoldan çıkabilir apansız 
ve ömür bitebilir yoldan önce 
ama yol bir yere gitmez 
o bir durma biçimidir 
yaşamak 
hızlı bir ölme biçimidir 
düşünce ışıktan yavaşsa 
erken gidilmelidir 
gerdan sözcüğüne 
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin 
bir kasapta da 
kalbin sızlamaz 
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce 
o bir beslenme biçimidir 
ama korkarsın 
kurdun sevdiği havadan 
ayakkabı yaparsın yılandan 

yol bir yere gitmez 
o bir durma biçimidir 
her garantiyi istersin hayattan 
oysa ölümle yaşam arası 
uzun malum ince bir yol 
bir yere gitmez 
o bir ölme biçimidir 

iyi yolculuklar denmez bir gidene 
yapılamaz çünkü 
çok yolculuk bir seferde 
yolcu denmez her gidene 
herkes o yolun taraftarı olmayabilir 
hiç bir sürgün 
gittiği yolu sevmez mesela 

yol bir yere gitmez 
o bir susma biçimidir 
soğuk bir taşıtın uğultusunda

Necip Fazıl Kısakürek - Bekleyen




BEKLEYEN

Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur, beklerim...


Ömer Lütfi Mete - Gülce



Ucurumun kenarındayım Hızır
Bir dilber kal’asının burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avucunda
Kaldım parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgar yetecek
Ha itti beni ha itecek

Uçurumun kenarındayım Hızır
Cihan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır

Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zülme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce’m uzaktan dolanır

Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir davet
Mecaz degil
Maraz degil
Gülce bir afet
Peri degil
Huri degil.
Gülce bir beyaz zehir
Gülce en vahim haz
Buram buram zehir
Yâr gözünde infaz
Bir gamzelik rüzgar yetecek
Ha itti beni ha itecek
Güzelliğin zülme çaldığı sınır

Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbet-ül arz dan
Deccalden
Yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor
Ürperiyorum
Saniyeler gözlerinde birer can
Her saniyede bir can veriyorum…

Ömer Lütfi METE

19 Mart 2014 Çarşamba

Yavuz Bülent Bakiler - Şaşırdım Kaldım


Şaşırdım Kaldım İşte

Sözde, senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla..
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla..

Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla..
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla..

Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla..
Yüreğimin başına noktalarla.. Hatlarla..

Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla..
Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla.

Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle..
Öldür bendeki beni..
..Sonra dirilt kendinle!

Çarpsan karasevdayı en azından yüzbinle..
Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle..
Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle..
Ama her defasında geri döndüm SENİNLE..

Hangi düğüm çözülür.. Nazla.. Sitemle.. Kinle..
Ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle..

Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n'emsin..?
Bazen kızkardeşimsin.. Bazen öpöz annemsin..
Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin..
Eksilmeyen çilemsin..
Orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin..
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin..

Çâresizim.. Çâremsin..

Şaşırdım kaldım işte bilmem ki neyimsin...

Attila İlhan - Yağmur Kaçağı




YAĞMUR KAÇAĞI

elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni  götürecek yoksa beni


geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa  eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni


16 Mart 2014 Pazar

Ümit Yaşar Oğuzcan - Köpek Yalnızlığım




Köpek Yalnızlığım


Benim yalnızlığım köpek yalnızlığı
Sürer bütün sokakları boyunca dünyanın
Nereye varsam
Orada yalnızlığı beni bekler bulurum

Her sabah evler boşalır
Bir sel akar sokaklardan caddelere
Ben kendi içimde kaybolurum
Ne gidecek yerim vardır ne bekliyenim
Gökyüzü saltanatım, dünya soframdır benim
Zamanlar geçer, mevsimler değişir
Değişmez benim kaderim
Görür yüzüme bakanlar ilk aldanmışlığımı
Söyler köpek yalnızlığımı gözlerim

Ne zaman ellerin elime değse
İnsan yüreğim o zaman çarpar
Yalnızlık bir o zaman terk eder beni
Tutar eşsiz gözlerin dağınık saçlarımdan
O ışıktan dünyasına sürükler beni
Ellerin bir bir ayıklar
Eski halimden ne kalmışsa
Doldurur sevgiyle, umutla, aşkla
Suyum çekilmişse, içim boşalmışsa
Verdiğin mutluluktan, sunduğun aydınlıktan
Bir anda değişir bakışlarım
Çözülmüş bir yumağı
Yeniden sarmaya başlarım

Işıkların demet demet
Denizlerin dalga dalga gelir üstüme
Yokluğun ölüme
Varlığın aşka çağırır bir yandan
Bilirim biraz sonra gideceksin
Saatleri durduramam
İnsanları öldüremem
Ne çare ben de güçsüzüm bir yerde
Kadere karşı duramam
Ve işte çirkin alınyazım
Sensizliğe mahkum eder
İşte o zaman
Yıkılmış bir şehirdir kalbim
İçinde baykuşlar öter

Dünyaya gelişimin
Kırkıncı yılına bir basamak kala
Bütün basamakların çöktüğünü hissederim
Dünyaya gelişimin
Kırkıncı yılına bir basamak kala
O kırk kuruş etmez kaderim
Her adım başında beni bir kere boğmaya başlar
Gözbebeklerim sönmeye
Ellerim soğumaya başlar
Taşlar yağar üstüme gökyüzünden
Uzun, sivri iğneler saplanır tenime
Bir kere daha içim isyanla dolar
Bir kere daha lanet ederim dünyaya geldiğime

Kapını açık tut, pencereni kapatma
Yarın evinin önünden ben geçeceğim
O zaman
Duvarların ağladığını duyacaksın

İlk çağırışımda gel
İkincisinde çok geç olabilir
Ve ben ilk çağırışında geleceğim
İkincisinde çok geç olabilir
Kimbilir nasılım ve nerdeyim
Bulursan ne olur beni bırakma
Bulamazsan aradığın yerdeyim
Hani o toprakla denizin kesiştiği
Kumların üzerine yorgun gölgelerin düştüğü
Sevenlerin ürkek adımlarla buluştuğu o yerde

Yoksul rıhtımlarda köhne gemiler
Benden bir parça koparıp gider
Ben hep böyle yarım, ben böyle kırık dökük
Ne olur beni bırakma bulunca
Ve ilk çağırışımda gel
Sarsın krallığım yeryüzünü bir uçtan bir uca

Elini uzatsan tutacaksın
Yakındayım
Baksan göreceksin
Görsen seveceksin
Aradığın benden başkası değil
Farkındayım
Benim yüreğim değil
Kayan bir zamandır avuçlarından
Uzat ellerini susadım
Güzelliğin
Bir eski şarap gibi sızıyor parmak uçlarından

Gel diyorum
İlk çağırışımda gel
Gel ki
Aydınlığında
Bütün geceler gündüz olsun
Dinle, uzak bir saat onikiyi çalıyor
Ne güç anlamıyor musun
Bir ömür boyu arayıp da seni bulmamak
Ben yokluğunda böyle yok, böyle yoksun
Ben yokluğunda böyle paramparça
Sensiz olmak hiç olmamak

Oscar Wilde - Reading Zindanı Baladı 1


Kırmızı ceketini giymiyordu o artık ,
çünkü şarap kırmızıydı ve kırmızıydı kan da ,
ellerine de şarap , bir de kan bulaşmıştı
ölünün başucunda onu bulduklarında ,
sevdiği kadıncağız , sevgilisiydi ölen ,
öldürmüştü kadını vurarak yatağında..

o da yerini aldı suçlular arasında ,
soluk gri bir tulum sarkıyordu sırtından ;
bir de kasket başında ,
kaygısız , şen gibiydi , adım atışlarından ;
ki hiç görmemiştim ben böyle bakan bir adam ,
bu kadar içtenlikle güne gözleri dalan..


ben hiç görmedim böyle , böyle bakan bir adam ,
böyle dalmış gözleri
küçük mavi örtüye ,
zindan da tutukluların gökyüzü dedikleri ,
o salına salına süzülen bulutlara
ki gümüş yelkenleri..

öbür acılıların arasında yürürken
bir başka bölmedeki ,
ne yapmıştı bu adam diye düşünüyordum ,
acaba yaptığı ne , suçu da ne olacak ,
ki bir ses fısıldadı yavaşçacık arkamdan ,
‘o yeni gelen adam yakında asılacak..
........

Oktay Rifat Horozcu - Sen Ve Başkaları


Sen ve başkaları
Bir sen yürürsün sokakta, yürürken;
Oturursun koltuğa, oturunca.
Su, bir senin bardağında en çok su.
Bir senin kolların bileziklidir .
Bir senin ağzın dudaklı ve sıcak.
Bir sen memelisin, ince bellisin

Başkaları gitmiş olur, gidince;
Bir sen yakınsın, uzakta kalınca


Aşık Veysel - Son




Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Gelmez yola gidiyorum

Gemi bekliyor limanda
Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadu cihanda
Gelmez yola gidiyorum

Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum


Necip Fazıl Kısakürek - Zindandan Mehmed'e Mektup


Zindanda iki hece.Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam,boynunda yafta...

Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mi?..Belki ..Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...

Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak!

Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akıl almazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.

Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu?
Buradan insan mı çıkar,tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı.
Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı

Ondan kalan,boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"!
Çatık kaş...Hükumet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?

Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçem...
Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekun içinde yazıl ve çizil!

Insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik,mintanlarla et.

Somurtuş gibi bıçak,nara gibi tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat

Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan,sen öp seccadem!

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim,senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan

Karıştır çayını zaman erisin
Kopuk kopuk,duman duman erisin!

Peykeler,duvara mihli peykeler
Duvarda,başlardan yağlı lekeler
Gömülmüş duvara,bas bas gölgeler...

Duvar,katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin

Sukut...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep,ölü ve mezar?

Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç varda ,kalan biz miyiz?

Ses demir,su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden,kader bu,emir...

Garip pencerecik,küçük daracık;
Dünyaya kapalı,Allah'a açık

Dua,dua eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış

Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu
İplik ki incecik,örer boşluğu

Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş
Karanlığında nur,yeniden doğuş....
Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş!

Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir